Pazartesi, Nisan 16, 2007,22:20
Kolesterol efsanesinin sonu geldi
Daha dün annemizin kollarında yaşarken... çiçekli bahçemizin yollarında koşarken... Tereyağını ekmeğe sürüp de yerken... sütlerimiz bir karış kaymak tutarken... yumurta sofralarımızdan eksik olmazken... koyun eti soframızın baş tacı iken... ‘Yüksek kolesterol’ nedir bilmezdik.

İlaç endüstrisi, margarin lobisi el ele verdi ve kısa zamanda tüm dünyada müthiş bir ‘kolesterol fobisi’ oluşturuldu. İnsanlar sistemli bir şekilde ‘kolesterol manyağı’ yapıldı.

Kolesterol, topluma ve maalesef aynı zamanda doktorlara da türlü pazarlama taktikleriyle kalp krizi ve inme gibi ölümcül hastalıkların tek nedeni imiş gibi tanıtıldı. Korkutma kampanyası aynı hızda sürmekte, çünkü kolesterol pazarında müthiş para var. Sadece kolesterol düşürücü ilaçların yıllık satışları 25 milyar doları geçiyor.

Gerçekte, yüksek kolesterol kalp krizi ihtimalini artırabilen sigara, hareketsiz yaşam biçimi, dengesiz beslenme, şişmanlık, yüksek tansiyon, diyabet, stres... gibi risk faktörlerinden sadece biri. Kolesterol yüksekliği tek başına asla bir hastalık değil ve kalp hastalığı riski olmayan insanların tedavi edilmesi de kesinlikle gerekmiyor.

KOLESTEROL EZBERİNİ BOZAN GERÇEKLER

Kolesterol, tüm memelilerin hücreleri için gerekli ve yararlı bir maddedir. Tehlikeli olan şey bizatihi kolesterolün kendisi değil, kanda kolesterolün yükselmesine yol açabilen stres, hareketsizlik, obezite... gibi faktörlerdir.

Kalp krizi ve inmelere yol açan ateroskleroz, yani damar sertliği ile kandaki kolesterol düzeyi arasında doğrudan bir ilişki yoktur. Kan kolesterol düzeyi normal hatta düşük olan kişilerde de yüksek olanlar kadar ağır ateroskleroz gelişebilir.

Koroner kalp hastalığı olanların yarısından fazlasında da kolesterol düzeyi normaldir. Aterosklerozun gerçek nedeni yüksek kolesterol değil, düşük yoğunluklu bir tür kronik iltihaptır.

Sanılanın aksine kolesterolü yüksek olanların daha uzun yaşadıkları da birçok araştırma ile kanıtlanmıştır. Yüksek kolesterolü olanlar tüberküloz, zatürree, AIDS... gibi enfeksiyonlarına daha az yakalanırlar ve bu hastalıklardan ölüm daha az görülür. Kronik kalp yetersizliğine bağlı ölüm riski düşük kolesterollü hastalarda daha yüksektir. Genel olarak 70 yaşın üzerinde ölüm riski yüksek kolesterollü kişilerde daha düşüktür.

LABORATUAR SONUÇLARI TEDAVİ EDİLİYOR

Son yıllarda tıp dünyasında bir virüs gibi yayılan çok tehlikeli bir yaklaşım var: Artık hasta değil, ‘laboratuar sonuçları tedavi ediliyor.’ Kolesterol yüksekliği de bunun en iyi örneği.

Kalp hastalıkları bakımından risk grubunda olmayan insanların kolesterol düşürücü ilaçlarla tedavi edilmelerinin yararlı olduğunu gösteren kesin bir bilimsel kanıt olmamasına rağmen kadın... erkek... yaşlı... genç... zayıf... şişman... güzel... çirkin... esmer.... sarışın... kolesterolü ‘azıcık’ yüksek olan herkese kolesterol düşürücü ilaçlar yazılıyor.

Peki, kimler kolesterol düşürücü ilaç almalı?

Statinler olarak bilinen kolesterol düşürücü ilaçlardan yarar görecek olanlar, kalp krizi geçirmiş ve kalp hastalığı riski yüksek olan kişilerdir, amam statinlerin bu riskli insanlardaki olumlu etkileri kan kolesterol düzeyinin düşmesi ile de ilgili değildir. Statinler bugün henüz tam olarak bilinmeyen bir mekanizma ile etkili olmaktadırlar. Bunun için de, kolesterol düzeylerinin ‘daha da düşürülmesi gayreti’ de ‘daha yüksek dozlar kullanılması’ önerisi de sadece ilaç firmalarının işine gelmektedir.

Üstelik bu ilaçların olduğundan düşük gösterilen kas erimesi, karaciğer hasarı, böbrek yetersizliği gibi çok ciddi yan etkileri vardır. Hayvan deneylerinde kanser yapıcı etkisi de gösterilmiştir.

Tereyağını lütfen kendi ekmeğinize sürün, ilaç firmalarınınkine değil.


Geçen hafta hayvansal yağların zararlı değil, aksine ne kadar yararlı olduğunu anlatan yazımı okuyan ve 'tereyağında sucuklu yumurta' yapıp afiyetle yiyen okurlarım, benden ısrarla bu konuda yazmaya devam etmemi istiyorlar. Sanıyorum, bu hafta da kendilerine pirzola ziyafeti çekmek için birkaç cesaret verici söze daha ihtiyaçları var.

Onlar mangallarını yakmak için şimdiden faaliyete geçedursunlar, biz de kolesterol ezberini bozmaya devam edelim.

Kolesterolün öldürücü bir zehir olmadığını, görüldüğü yerde vurulması gerekmediğini ve bütün 'memelilerin' hücreleri için hayati önemi olan bir madde olduğunu belirterek söze girelim.

Kolesterol hücreyi dış etkenlere karşı koruyan hücre duvarının temel yapıtaşıdır ve birçok kimyasal reaksiyonda rol alır. Mesela kortizol, testosteron, östrojen... gibi üreme hormonları, D vitamini ve safra asitleri kolesterolden üretilir. Bunun için kanda çok az kolesterol olması yeterlidir.

Kolesterol hayvansal besinlerde bulunur ama vücudumuzdaki kolesterolün çok azı gıda kaynaklıdır. Büyük kısmı karaciğerimizde imal edilir. Üstelik az kolesterol aldığımızda vücuttaki üretim artar, çok aldığımızdaysa azalır. İşte bundan dolayı da 'diyetteki kolesterolü ne kadar azaltırsak azaltalım, kandaki kolesterol bundan çok az etkilenir.'

İYİ VE KÖTÜ KOLESTEROL NEDİR?

Kolesterol suda erimediğinden, kanda 'lipoprotein' adı verilen maddelerle taşınır. Lipoproteinlerin dansitelerine göre HDL ve LDL olmak üzere başlıca iki türü vardır. Kanımızdaki kolesterolün yüzde 60-80'i LDL, yüzde 15-20'si HDL ve kalan küçük kısmı ise başka lipoproteinlerle taşınır.

Kolesterol karaciğerden damarlara LDL ile damarlardan karaciğere ise HDL ile taşınır. LDL için 'kötü kolesterol' ve HDL için de 'iyi kolesterol' isimleri kullanılır.

Kanlarında LDL-kolesterol yüksek olanlarda kalp krizi riskinin arttığı, HDL-kolesterol yüksek olanlarda ise bu riskin azaldığını gösteren bazı araştırmalar vardır. Başka bir deyişle; HDL/LDL oranın düşük olması koroner kalp hastalıkları için bir risk faktörü olarak kabul edilir.

Ancak, risk faktörü hastalıkla aynı şey değildir. Kalp krizine yol açan bir faktör aynı zamanda HDL/LDL oranını da azaltıyor olabilir. Gerçekten de bu oranı etkileyen pek çok faktör vardır.

Mesela sigara içilmesi, obezite, hareket azlığı, diyabet, stres ve hipertansiyon... LDL' yi artırır, HDL' yi azalır, dolayısıyla HDL/LDL oranı da azalır. Kalp krizi veya inme HDL/LDL oranı düşük olduğu için değil, sigara, obezite, diyabet, hipertansiyon, stres... yüzünden meydana gelir.

Tek başına kanda kolesterol yüksekliği veya HDL/LDL oranı düşüklüğü tehlikeli bir şey değildir. Bu nedenle de sadece kanda kolesterol, HDL ve LDL ölçtürülüp bunların sonuçlarına göre kolesterol düşürücü ilaç tedavisine başlanması yanlıştır.

NE KA KOLESTEROL O KA DAMAR SERTLİĞİ DEĞİL

Çoğu kimse, kanda kolesterol ne kadar yüksekse damar sertliği ihtimalinin de o kadar yüksek olduğunu sanır. Oysa, kalp krizi ve inmelere neden olan damar sertliğinin kan kolesterol düzeyiyle de bir ilişkisi yoktur. Nitekim, diyette çok fazla hayvansal yağ ve kolesterol bulunması damar sertliğini dolayısıyla da kalp krizini kolaylaştırmaz. Kalp krizi geçiren hastalar incelendiğinde bunların diğer insanlardan daha fazla hayvansal yağ yemedikleri görülür.

Bunun tam tersi de doğrudur: Kanda kolesterolün düşük olması veya HDL/LDL oranının yüksek olması, 'o kişide damar sertliği ve kalp krizi olmayacak' demek değildir.

MANGAL HAZIR MI?

Bu yazıdan ne anladınız bilemiyorum ama mangalınız hazırsa pirzolaları ateşe koyun, fazla yakmayacak şekilde pişirin ve de afiyetle yiyin.

Unutmayın ki; 'asıl tehlikeli olan kolesterol yüksekliği değil, kafayı kolesterol yüksekliğine takmaktır.'

Prof. Dr. Ahmet Rasim KÜÇÜKUSTA
 
Salı, Kasım 14, 2006,23:38
Brütüs hain miydi?
Brütüs'ü Shakespeare'in Jul Sezar adını taşıyan piyesinden tanıyoruz. O piyeste Brütüs bize ne hain bir tip olarak, ne muhbir olarak tanıtılır. O piyeste Brütüs trajik bir kişilik olarak sunulur.

Ionna Kucuradi Sanata Felsefeyle Bakmak adını taşıyan kitabında, trajik kişiliği, iki müspet olgudan birini seçmek zorunda kalmış insan olarak betimliyor. Fakat bu, öyle iki müspet olgu ki, hangi almaşıktan yana dursan suç işliyorsun, çekimser kalmak kişiyi suç işlemekten kurtarmıyor, o durumda da bir suç işlemek zorunda kalıyorsun. Buna rağmen iki almaşıktan birini seçiyorsun. Ancak suç işleniyor, fakat ortada bu suçun suçlusu yok! Böylesi ilginç bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz.

İşte Shakespeare piyesinde bu trajik kişiliği ortaya koyuyor. Brütüs, bir yanda dostu ve yoldaşı Sezar, öbür yanda Sezar'ın köleleştirdiği Romalı yurttaşları arasında bir seçim mecburiyetinin içine düşmüş buluyor kendini. Hangisini tercih etmeli? Sezar'ın yanında yer alsa Romalı yurttaşların özgürlüğünü feda etmiş olacak, Romalı yurttaşların özgürlüğünden yana bir duruşu seçse dostunu, Sezar'ı öldürmek isteyenlerle aynı safta yer almış olacak!

İşte burada, Brütüs hangi almaşıktan yana tavır koymuş olursa olsun bir suç işlemiş oluyor. Fakat ilginçliğin katmerli yanı şurda ki, Brütüs seçme'den kaçındığı takdirde de suç işlemiş olmaktan kurtulamıyor. Her halükârda bir suç işlenmiş oluyor. Ancak o suçun suçlusu varbulunmuyor.

Kişi, bilinçli veya bilinçsiz olarak kendini böyle bir seçme mecburiyeti ile karşı karşıya gelmiş olarak duyumsarsa, trajik olanın içine düşmüş olur. Onun kendini trajik kişi olarak tanımlayıp tanımlamaması önem taşımaz. Ancak kendini, seçme (buna açmaz veya dilemma da diyebiliriz) zorunluluğu ile karşı karşıya bulmayan birisi, gerçekte öyle bir konumda olsa bile, trajik kişi sayılmaz.

Bu itibarla, Shakespeare'in ortaya koyduğu karakter açısından Brütüs'e ceffel kalem hain biri diye bakmak kestirmeci bir yaklaşım olur. Hain, iki müspet arasında seçme zorunda kalmış biri değil; o, müspetle menfi almaşıklar arasında menfiden yana konumunu belirleyen karakterdir. Durumu, Shakespeare'in ortaya koyduğu konum açısından değil de, genelde (harcıalem) algılandığı biçimiyle ele alsaydık, yani Sezar'a suikast yapılıyor, Brütüs de onlarla birlik oluyor gibi algılamış olsaydık sonuç tümüyle değişir ve olay sıradanlaşırdı; bu sıradan konum içinde Brütüs'e hain demek de caiz hale gelirdi. Ancak bu sonuncu durum bir muhal faraziyedir, biz Brütüs'ü Shakespeare'in ele aldığı tarzda yorumlamak zorundayız, çünkü kahraman onun kahramanıdır…

Trajik kişilik sahibi kimsenin herhangi bir dinden olması, olmaması önemli değildir. Çünkü belirtilen konum karşısında kalmak Müslüman için de, Hıristiyan için de, herkes için de mümkün ve geçerlidir. O konumun belirleyicisi kişinin dini, siyasî görüşü vb. değildir, insanın yaşadığı ilişkileri ortamıdır. Trajik pozisyonu bu ilişkilerin biçimi, bu ilişkilerin dayattığı zorunluluk belirler.

Rasim Özdenören